Yapay Deri

Yapay Deri

İnsan derisi bir mühendislik harikasıdır. Dayanıklı olduğu kadar esnek ve yumuşaktır ve aynı zamanda su kaybını, enfeksiyonu ve güneşin yaydığı ultraviyole ışınlarına maruz kalan hücrelerin zarar görmesini de engelleyebilen sızdırmaz bir kalkan görevi görür. Tüm bu özelliklere sahip bir materyalin kopyalanması ve yapay deri üretilmesi kolay değildir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Massachusetts Genel Hastanesi'nde cerrah olarak görev alan John F. Burke, yangına maruz kalmış hastalarının derilerinin yerine geçebilecek bir madde arayışı içerisindeydi. Bu gibi durumlarda deri genellikle vücudun diğer bölgelerinden alınarak yaralı bölgeye nakledilir ancak vücudunun yarısından fazlasının yanmış olduğu hastalarda, hasarlı derinin yerine geçebilecek kadar yeterli miktarda deri bulunmamaktadır.

1970lerde Burke, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) görevli bir kimya profesörü olan Ioannis V. Yannas ile birlikte çalışmaya başladı. Yannas, o dönemde kollajen adı verilen ve genellikle hayvanların sinirlerinde oluşan esnek bir protein üzerinde çalışıyordu. Burke ve Yannas, inek derisinden elde ettikleri kollajen liflerini köpek balıklarının kıkırdağından aldıkları uzun şeker molekülleri ile birleştirerek ızgara benzeri bir çoğuz zar oluşturdu. Ardından bu zarı kurutan ikili, zarı akışkan bir plastik parçasının üzerine yerleştirdiler.

Aşağı yukarı bir kağıt havlu kalınlığında olan bu iki katman, enfeksiyona ve su kaybına karşı bir bariyer olurken, aynı zamanda üzerinde yeni deri hücrelerinin gelişebileceği bir iskele görevi görüyordu. Hastaların derileri yeniden gelişmeye başladıkça bu yapay zar, ya da diğer bir deyişle yapay deri, kendi kendine parçalanıyor ve bir süre sonra deri üzerinden soyularak alınabiliyordu. Hastaların vücutları üzerinde oluşan bu yeni deri her ne kadar normal bir deri gibi görünse de ter bezi ya da kıl kökleri barındırmıyordu.

1981 yılında Burke ve Yannis, yapay derinin vücutlarının %50'si ila %90'ı yanmış olan hastalar üzerinde başarılı bir şekilde kullanılabileceğini kanıtladı ve bu durumdaki hastalar için yeni bir umut kaynağı oldu.